Delilik ve dahilik birbirine beyninizin normal çalıştığı halinden çok daha yakınlar. Peki neden ?Varoluşumuz için oldukça önemli olan dopaminin delilik ve dahiliğin arkasındaki ortak molekül olması. Bu kadar rasyonelliğin ucu nasıl deliliğe çıkabiliyor? Nobel ödülü alan matematik dahisi John Nash nasıl oluyor da aynı anda uzaylıların kendine mesaj gönderdiğine inanabiliyor? Bu taraftan birbirine uç gibi görünen iki taraf beynimizin kimyasında birbirine nasıl bunca yakın olabiliyor? İşte psikiyatrist Lieberman ve Long Beyin Daha Fazlasını İster kitabında tam da bundan bahsediyorlar.

Yazımda detaya girmeden önce varoluşumuzun tek bir molekül ya da kimyasalın üzerinden aktarılamayacak kadar karmaşık olduğunu belirtmek isterim.Bugün insan olmaktan bahsederken kültür, genetik, çevre, biyoloji, gibi farklı faktörün incelendiği holistik bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu biliyoruz.  Ancak bu yazımda beynimizin kimyasına odaklanacağız.

Delilik : Neden ve Nasıl ?

Gelin şimdi delilikle başlayalım. Ne olur da insanlar hiç olmayan görüntüleri gördüklerinden, hiç olmayan sesleri duyduklarından ve dahası aslında varolmayan tehditlerden bahsetmeye başlarlar? Bu yüzyıllardır insanın merak ettiği bir sorudur. Foucault’in Deliliğin Tarihi’nden bugüne bazı gelişmeler yaşadık orası aşikar ama büsbütün aydınlandık mı emin değilim.

Delilik DSM5’te tanımlı bir psikopatoloji olmamakla birlikte şizofreninin çoğunlukla halk dilinde tanımıdır. Sanrılar ve halüsinasyonlardan oluşabilen gerçekdışı durumdur. Halüsinasyonlarda kişi varolmayan şeyleri görme, olmayan sesleri duyma ve bazen dokunuşlarını hissettiklerini belirtir. Sanrılar da tamamen gerçekdışı durumlara kesin inanıştır. Örneğin kişinin şiddetle uzaydan gönderilen bir elçi olduğuna inanması. İlginç ama kişiler bu görüşlerinden hiçbir şeyden emin olmadıkları kadar eminlerdir. Yargıları kesindir.

Dikkatin de Fazlası Zarar

Bunun altında yatan sebep nedir peki? :

Bilişsel psikolojide oldukça büyük bir yeri olan dikkat. Etrafımızda bir sürü uyaran var ve modern dünyada bu sayı giderek artıyor. Ancak beynimizin bunca uyaranı işlemek için yeteri işlemcisi yok zaten neden olsun. Dolayısıyla bizim için belirgin, göze çarpan ve önemli şeyler dikkat çekicidir. Örneğin bir sürü insan görürsünüz ama hoşlandığınız çocuk odaya girerse dikkatinizi o çeker ya da caddeden bir sürü araba geçiyordur ama hayalinizdeki araba geçerse dikkatiniz ona yönelir. Yani bir şeyin dikkat çekici olması sizin için önemli olmasına, üzerinizde iyi/kötü etkisi olmasına veya geleceğinize etkisi olmasına bağlıdır. Yani aslında arzu dopamininizi harekete geçirebilmesine.

Peki ya aslında sizin için önemli olmayan bir noktada yine de her şey dikkatinizi çekmeye başlarsa ya da dikkatinizi çeken şeylerin sınırı beyninizin azami seviyesinin üzerine çıkarsa ne olur ? İşte tam bu noktada çok fazla  ya da yanlış zamanda dikkat çekme sanrı ve halüsinasyonlara yol açabilir.

Gazete okuyorsunuz normalde ilginizi çekmeyen bir konu ama o da ne isminize bir mesaj okudunuz birden haber ilginizi çekmeye başladı. Ya da radyoda otomatik pilotta şarkı dinliyorsunuz dinlediğiniz şarkıda uzaydan sizin için bir bildiri var .Çok fazla şey dikkatinizi çekmeye başladı. Demek arzu dopamininiz çok fazla çalışıyor.

İşte bu yüzden bilim adamları şizofreni tedavilerinde dopamin reseptörlerini engelleyen ilaçlar kullanırlar. Bu durumda sanrı ve halüsinasyonlar azalabilir ancak yan etki olarak dünya dopaminsiz daha sıkıcı bir hale gelebilir.

Şizofreni ve Düşük Gizli Ket Vurma

Şizofrenide beyin kısa devre yapar,size artık aşina olup bu yüzden görmezden geldiğiniz şeylere dikkat kesilmeye başlarsınız.Buna ‘düşük gizli ket vurma’ denir.

Çok fazla uyaranın olduğu dünyada beynin efektif olabilmek için koyduğu bir kuraldır. Yeni bir şehre seyahat ettiğinizi düşünün her şey çok yenidir, dikkatimiz sürekli etrafımızdadır. Ancak bir süre sonra bazı şeyler, yollar tanıdık gelmeye başlar. Gizli ket vurma çalışır. Kendimizi orada güvende hissetmeye başlarız. Ama ya bu çalışmaz tanıdık olan bir yer her seferinde yabancı gelmeye başlarsa? işte o zaman başka bir dünyaya hoşgeldiniz. Bu durum şizofrenide sıklıkla görülür.

Peki Yaratıcılık?

Bir de yaratıcı sanatlarda. Çünkü düşük ket vurma olmadığı zaman beyin özgürce çalışıp bir kalıba girmeden onu bir yazıya, şarkıya, resme çeviremez. Yaratıcı beyin aslında oluşan modellere ,geleneksel tanımlara ve aşinalıkların aksine her şeyi yepyeni bir şekilde görebilmeyi gerektirir.

Evrensel çekim yasasını bulan Newton 50 yaşında çıldırmış ,bir yıl deli hastanesinde kalmıştır. Yine matematikçi Leibniz, Beethoven, Van Gogh, Nikola Tesla, Slyvia Path, Darwin gibi dahilerin de akıl hastalığı olduğu düşünülüyordu.Hepsi yüksek dopaminerjik özelliklere sahipti. Zira dopamin bize yaratma gücü verir.Geleceği hayal etme, olanı farklı görme, klişe zihinsel modelleri yıkma , görünürde birbirleriyle bağ kurulamayan şeyler arasında bağ kurma, duyusal algıların ötesine geçme.

Ancak  yüksek dopaminerjik enerjinin getirdiği bu yaratma gücünün bir bedeli var. Zira bazen bu enerji gerçekdışı dünyanın kapılarını aralar. Yani aslında insanlığın en büyük lütfu yaratıcılık bir uçta deliliğe dönüp kişinin laneti olabilir. Bu lanetle yaşayıp yaratma gücüne sahip olmak mı yoksa sıradanlığın cazip sorunsuzluğu mu?

Sinemanın dahi çocuğu David Lynch buna şöyle cevap veriyor :

Bir keresinde bir psikiyatriste gittim. Hayatımda kalıp haline gelen bir şeyi yapıyordum ve düşündüm ki, pekala, bir psikiyatristle konuşmalıyım. Odaya girdiğimde ona, “Bu sürecin yaratıcılığıma herhangi bir şekilde zarar verebileceğini düşünüyor musun?” diye sordum. “Şey, David, dürüst olmak gerekirse: zarar verebilir.” dedi .Elini sıktım ve oradan ayrıldım.