Son zamanlarda diziyi izliyorsanız ki ben izliyorum bu diziyle birlikte hayatımıza Türk sanat tarihinde oldukça önemli yeri olan bir aile girdi. O dönemde böyle bir ailenin varlığı, aile üyelerinin her birinin birbirinden orjinal olması ,yaklaşık 100 yıl önce çok daha modern ve özgürlükçü bir yaşam sürmeleri beni hayretlere sürükledi. Biraz da acaba dizi ne kadar gerçeği yansıtıyor diye düşünmeye başladım. Ve büyük bir merakla ailenin torunu, Fahrünnisa Hanım’ın kızı Şirin Devrim’in yazdığı Şakir Paşa Ailesi kitabını okumaya başladım. İki gün boyunca da elimden bırakamadım. Bırakın dizi senaryosunun aileyi abartmasını, bundan çok daha fazlası varmış. Hayretlerden hayretlere sürüklendiğim, ne hayatlar yaşanıyor diye hayıflandığım, ailenin her bir üyesinin hayatı ayrı bir roman olabilecek karakterlerin olduğu bir serüvenin içinde buluverdim kendimi. Kitabın kapağını açmamla prensler, prensesler, savaşlar, Atatürk, Hitler, Kurtuluş Savaşı, sanatın her dalının olduğu bir dünyaya Alice’in tavşan deliğinden geçip fantastik bir dünyaya geçişi gibi adım attım. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı , ressam prenses Fahrünissa Zeyd , seramik sanatçısı Füreya Korel, oyma ve gravür sanatçısı Aliye Berger ve niceleri . Şakir Paşa Ailesi’ni tanıma yolculuğuna hazırsanız başlıyorum :

Kimdir bu Şakir Paşa Ailesi ?

Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’e uzanan, sanatla yoğrulmuş, entelektüel bir ailenin hikayesi bu. Gelin en başa dönelim : Şakir Paşa , Cevat Paşa, Sara Hanım’ın anne ve babası onlar daha çok küçükken vefat ediyor. Şakir Paşa Ailesinin hikayesi 13, 11 ve 8 yaşındaki üç küçük çocuğun hayatta kalma mücadelesiyle başlıyor. Bu üç çocuk babasının çok yakın arkadaşı Atıfzade Hüsamettin Efendi’nin himayesine veriliyor. Çocuk yaştaki Sara Hanım maalesef çok şişman ama çok zengin bir adamla evlendiriliyor. Cevat ve Şakir ise askeri okullara gönderiliyorlar. İkisi de bu okullarda çok başarılı olurlar. Cevat hatta o kadar başarılı olur ki sadrazamlığa kadar yükselir. Ancak sadece askeri olarak değil entellektüel olarak da oldukça başarılıdırlar. Bir çok kitap yazmışlardır.

Gel gelelim Cevat Paşa’nın bu kadar yükselmesinden rahatsız olan Sultan Hamid gereksiz bir kuşkuyla kendini 5.Ordu Komutanlığı için Şam’a atar. Cevat Paşa’nın veremi bu sürgün sebebiyle daha da kötüleşir. Sara Hanım büyük bir cesaretle padişaha çıkar ve kardeşinin yurda dönmesi için yalvarır. Padişah yurda dönüş iznini bu görüşme sonrası nihayet vermiş, ancak iş işten geçmiştir. Sedyeyle yurda dönen Cevat Paşa kısa bir süre sonra veremden vefat eder. Bunun üzerine hayata küsen Şakir Paşa, karısı ve beş çocuğu ile bugün dizinin de çekildiği Büyükada’ya yerleşip her şeyden elini eteğini çeker. Arasının çok da iyi olmadığı oğlu Cevat da karısı Aniese ve bebeği ile köşke giriş yapar. Bu aile için sonun başlangıcıdır.

Halikarnas Balıkçısı: Sürgünle Başlayan Efsane

Ailedeki en ilginç portrelerden biri . Babasının disiplinli, tutumlu yapısının aksine oldukça hovarda, gezmeyi, yemeyi, içmeyi seven Cevat Oxford’da çok fazla para harcayıp müsriflik yapınca geri çağrılmış ama bunu dinlemeyip Roma’da güzel sanatlar fakültesine yazılmış. Orada da Aniese ile evlenip yurda dönüş yapmıştır.

Bu ailede yaşanan en büyük skandal ise Cevat’ın babası Şakir Paşa’yı öldürmesi. Kitapta bu konunun aile içinde bile büyük bir sır olarak kaldığı belirtilir. Kesin olan şey 1914 yılının güzel bir Haziran ayında Cevat, küçük kardeş Suat, Şakir Paşa ile gittikleri çiftlik evinde Cevat’ın Şakir Paşa’yı alnından tek kurşunla vurmasıdır. Sebebi bugün bile karmaşık ve bilinmezdir. Dizi ve Mavi Sürgün filmi bunun bir kıskançlık cinayeti olduğu varsayımı üzerine ilerler . Ancak ne o gece orada olan tek aile üyesi Suat ne de Cevat böyle bir ifadede bulunmamıştır. Kitabın yazarı torun Şirin Hanım ise bunun bir öfke cinayeti olduğunu zira Cevat’ın babası ölmeden istediği hayatı yaşayamayacağına inandığını belirtiyor. Kardeş Suat ise konuşmayı ölene kadar reddetmiş. Zaten ailenin torunlarına da dedenin kalp krizinden vefat ettiği söylenmiş.

Bu cinayet sonrası 14 yıl cezaya çarptırılan Cevat, afla 7 yıl sonra serbest bırakılır. İstanbul’da dayısının yanına taşınır ve bu dayısının kızı Hamdiye ile ikinci evliliğini yapar. Bu sıralarda Cevat hem gazeteci hem çevirmen olarak çalışır Ta ki 1925 yılındaki Kürt İsyanı’na kadar. Bu isyan sırasında yazdığı bir yazı ile ilgili tutuklanır ve hapse atılır. Araya konan tanıdıklar ile cezası Bodrum’da sürgüne çevrilir. Ama sürgün gibi başlayan bu yolculuk onu dünya çapında bir yazar, aktivist ve çevre gönüllüsü yapar. Sayısız kitabı ve şiiri vardır. Mitoloji üzerine özellikle Anadolu mitolojisisi üzerine çalışmıştır.

Şirin Hanım’ın notlarından anladığım kadarıyla Halikarnas Balıkçısı’nın hayatı Bodrum’a sürgüne gönderilmeden önce ve sonra diye ikiye ayrılıyor. O güne kadar hovarda bir hayat süren Cevat Bodrum’a taşınmasıyla çevreye, insana duyarlı bugün Bodrum’un Bodrum olmasında büyük katkıları olan birine dönüşüyor. İşte hayat bazen böyledir. Felaket gibi görünen yaşantılar bir süre sonra güzel sürprizlere dönüşebilir. Babasını öldüren Cevat’tan Halikarnas Balıkçısı olmasına kadar ki süreç de adeta bunun kanıtı gibi.

Fahrünnisa Zeyd: Prenseslikten Avangard Sanatçılığa

Bence ailenin en ikonik kişilerinden biri. Tam bir kraliçe. Kitabın yazarı Şirin Hanım’ın da annesi. Fahrünnisa Hanım küçük yaşlarından itibaren resme tutkun. Ve çizdiği ilk resimlerin bile oldukça başarılı olduğu söyleniyor. Ailede bütün bu olaylar yaşanırken Fransız lisesine gitmeye ve resim yapmaya devam ediyor. Ancak savaşla birlikte okul kapanıyor o da o dönem ona görücü olarak gelen İzzet Melih Devrim’le evleniyor.

İzzet Melih Bey hem çok yakışıklı hem tam Fahrünnisa’nın istediği gibi entellektüel camiada oldukça tanınan ve sevilen biri. Hukukçu kimliğiyle uzun süreler yabancı şirketlerin yönetim kurulunda çalışan İzzet Melih aynı zamanda yazar. Ancak hem yakışıklı hem popüler bu genç aynı zamanda oldukça çapkın. Fahrünissa da başlarda bu çapkınlığını görmezden gelir. Ancak bir gün hem de hamileyken katıldıkları bir davette kocasının ortalıkta olmadığını farkedip yukarı kata çıktığında yakınlaşan iki kişinin karaltısını görür. Bu karaltıya doğru yaklaştıkça bu ikilinin kocası ve kardeşi Aliye olduğunu farkeder. İkisi de oldukça rahat bir şekilde davranınca çileden çıkar ve büyük bir depresyona girer. Ailedeki hatrı sayılır skandallardan biri de bu. Ancak bir süre sonra bu da unutulur.

Fahrünissa’nın bu evlilikten iki çocuğu olur : Bu kitabın da yazarı tiyatrocu Şirin Hanım ve ressam Nedim Bey. Ancak İzzet Melih Bey’in çapkınlıkları hızla devam eder.

Fahrünissa da katıldığı bir davette gözünü kendisinden alamayan Irak Hanedan ailesi üyesi Emir Bin Zeyd’den çok etkilenir. Tanışıklıkları önce aşka sonra da evliliğe dönüşür. Evliliklerinin ardından Irak büyükelçisi olarak Berlin, Londra , Bağdat olmak üzere gezerler. Bu şehirlerde Fahrünnisa yaşam gustosu, cömertliği ve görmüş geçirmişliğiyle farkını ortaya koyar .Bulundukları ülkelerin cemiyetlerine girmeye hatta cemiyetlerin aranan yüzü olmaya başlamıştır. Öyle ziyafetler, yemekler düzenlemiş ki benim hayal gücüm hayal etmeye bile yetmedi. Eeee tabi kraliyet ailesinin sınırsız maddi imkanları da elinin altında olunca bunu kullanmaktan çekinmemiş. O dönem Hitlerden Atatürk’e kadar inanılmaz insanlarla tanışıyor. Hatta Almanya’dan Bağdat’a taşınırken Hitler veda için özel olarak Fahrünissa’yı konutuna bile tek başına davet ediyor. Nasıl bir auradır bu yarabbi ?

Prenseslikten Evinin Hanımı Olmaya Uzanan Bir Hayat Hikayesi

Hayat kimseye hep zirveleri vadetmez. Londra’da büyükelçi oldukları zamanda, İtalya’da yaz tatilinin tadını çıkarırken Irak’ta bir devrim olur, Emir Bin Zeyd’in akrabaları, kral devrimciler tarafından öldürülür. Kendisine de büyükelçilik binasını boşaltması talimatı verilir. Böylelikle kraliyet imkanları ellerinden alınan Fahrünissa ve Zeyd’in mütevazi hayatları başlar . Londra, Paris ve İtalya’da küçük hayatlar kurarlar. Hizmetçilere, pahalı kıyafetlere, ziyafetlere, cemiyete veda ederler.

Fahrünnisa kendini ayakta tutan resme devam eder ve hayatına sevdiği insana adar. Önce Zeyd vefat eder . Ürdün’de toprağa verilir. Fahrünissa onun ölümü sonra kahrolur ama resim onun kurtuluşu olmuştur. Dünyanın bir çok yerinde sergiler açar ve ününe ün katar. Bugün bile Türk resim tarihinin önemli bir ismidir.Kendisi de yaşamının son günlerinde Ürdün’de oğlu Raad’a yakın olmak ister. Zaten orda da hayata gözlerini yumar. Emirin yanına gömülmüştür.

Prenses Fahrünnisa dominant, ruh durumu gelgitli ,lüksü , eğlenmeyi, aşkı seven bir karakter. Hayatında bunca iniş çıkış varken çocuklarını bir çok kez bırakıp yeni bir maceraya atılıyor. Bu sebeple büyük oğlu yine ressam olan Nedim ile uzun süre küs kalmışlar. Ben bu şaşaalı hayatın içinde nedense en çok çocuklara üzüldüm. Bu kadar egosu yüksek bir annenin hayatında yer bulmaya çalışan noktalar gibi ordan oraya savrulmuşlar. Allahtan geniş ve kapsayıcı Şakir Paşa Ailesi hep yanlarında olmuş. Ama Fahrünnissa Zeyd ne yalan söyleyeyim bunca depresyon, aldatılma, iniş çıkışa rağmen güzel yaşamış hem de çok.

Aliye Berger ile Paylaşılan Bir Tutku: Sanatın Kız Kardeşliği

Aliye Berger ailenin en uçarı , ele avuca sığmayan karakterlerinden biri . Küçüklüğünde o kadar anlamsız hareketleri olmuş ki bu garipliği anlamlandırabilmek için doktora götürme ihtiyacı hissetmişler. Doktora götürüldüğünde kıyafeti çıkarılması istenip yalnız bırakılmış doktor geri geldiğinde hala giyinik bulunca ve kıyafetini bile tek başına değiştiremediğini fark edince kendisinden ümidi kesmeye ve kendi haline bırakmaya karar vermişler.

Aliye Berger’in hayatının bana kalırsa iki en önemli dönemecinden ilki Uncle Karl dediği müzik hocasına deli gibi aşık olması. Kadınların hala peçeyle dışarı çıktığı bir dönemde evlenmeden herkesin bildiği bir hayat yaşamaları. Zira Karl Berger sanatına ket vuracağını düşündüğü için evlenmek istememiş , herkesin haberdar olduğu bu aşk ‘gizli saklı’ adı konmadan o dönemde bile uzun süreler devam edebilmiştir.

Ancak 1947’de nihayet evlenebilmelerinin üzerinden henüz 6 ay geçmişken bir kalp krizi neticesinde çok sevdiği Karl Berger ölür. Ölümünün arkasından derin bir depresyona giren Berger’i Fahrünnisa Zeyd Londra’ya davet eder. Fahrünissa’nın bakımı altında bir süre geçirir. Ama kendini alkole verir. Bu halinden çok rahatsız olan ablasıyla da şiddetli tartışmalara girerler. İşte tam da bu noktada hayatının ikinci en önemli dönemecine gelir: Bir çözüm arayan Fahrünnisa ona bir sanatla meşgul olması için gravür kursuna gönderir. Ve geç gelen bir keşifle Berger bu sanat dalında aşırı derecede başarılı olur. Türkiye’nin önde gelen kazıma ve oyma gravür sanatçılarından olur. Türkiye’de ve dünyada adından sıkça söz ettirir.

Sonradan atıldığı bu sanat dalının kafası sürekli havalarda olan , dikkat kesilmekte zorlanan Berger için oldukça başarılı bir tercih olduğu söylenmiştir.

İstanbul’a yerleşen Berger sayısız sergi açar ve çokça başarılı olur.

Türkiye’nin ilk seramik kadın sanatçılarından Füreya Korel , ülkenin kurtuluş mücadelesinde Atatürk’le yakın ilişkileri bulunan Hakiye ve eşi Emin Paşa , renkli aşk hayatıyla Suat , yine ressam Nedim Devrim, tiyatrocu Şirin Devrim gibi aile üyeleri ile Şakir Paşa Ailesi bulundukları çağın çok ötesinde bir yaşam sürmüşler. Kitabı okurken bir yandan Kurtuluş Savaşı’nı , Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Türkiye cemiyet hayatını bir yandan Atatürk’ün devriminin sosyal hayattaki tezahürünü de görüyorsunuz. Bu sanatçı, tarihçi ve edebiyatçı ailenin peşinden bir tarihe tanıklık etmek isterseniz bu kitabı okumanızı kalpten öneririm.