Geçen sene başlayıp neredeyse 8 aydır benimle yol alan Marías’ın en bilinen eseri Yarınki Yüzün üçlemesinin henüz sonuna geldim. 1134 sayfa, 3 ciltlik inişli çıkışlı ve zorlu bir yolculuk. Zaten kimse bu yolculuğun kısa ve kolay olacağını vadetmemişti. Fakat bunca duygu geçişini ben de beklemiyordum. Zaman zaman zorlandım, kendimle yüzleştim, sorular sordum. Bazılarına cevap verdim, bazıları cevapsız kaldı.

Okurken kafamda dönen soruların ucu, Javier Marías’a duyduğum hayranlığa çıktı. Bu adam bu kadar iyi gözlem yapmayı nasıl öğrendi? Yıllardır konuşulan bir meseleye nasıl bu kadar farklı bir yerden bakmış? Nasıl bu kadar dürüst olabilmiş? Bazen de “Bu kadar dürüstlüğe gerek var mıydı?” diye düşündüm. Bu ve bunun gibi onlarca soru…

Bu edebi ve felsefi şölenin yaratıcısının henüz Nobel Edebiyat Ödülü almamış olması ise kafamdaki bir başka soruydu. İspanyol edebiyatında gönlümün sahibi uzun süredir Marquez. Ancak o taht da bu üçlemeyle hafif sallanmadı değil.

Gelin önce “Marías kimmiş?” sorusuna yanıt bulalım; sonra da bu üçlemeyle ilgili söyleyeceklerime bakalım:

Javier Marías Kimdir?

Javier Marías, 1951 Madrid doğumlu İspanyol bir yazar. Kendisi aynı zamanda çevirmen ve gazeteci. Yukarıda “Nasıl bu kadar güzel soru sorabiliyor?” diye sormuştum. Güzel soru soran bir babanın oğlu olmak da etkili olmuş olabilir diye düşünüyorum. Zira Marías’ın babası, tanınmış filozof Julián Marías. Gerçi romanlarında çokça etkisini görebileceğiniz üzere, Marías ailesi uzun süre aşırı sağcı Franco rejiminin baskısı altında yaşamış. Pek de buna fırsatları olmamış olabilir.

Şu ana kadar okuduğum tüm kitaplarında bu etkinin izlerini görmek şaşırtıcı değil. Bu haliyle, bir yandan otoriter rejimlerin farklı coğrafyalarda nasıl da benzer yöntemler izlediğini okuma fırsatı sunuyor. Hatta üçlemenin son kitabında Hitler Almanyası’na da bir bakış atıyor.

Kendisinin İngiliz edebiyatına duyduğu ilginin yoğun olduğu da sıkça konuşuluyor. Shakespeare çevirileri yapmış olması ve kitapta bu yazara dair pek çok atıfta bulunması da bunu doğrular nitelikte.

Gelelim “Yarınki Yüzün” Ne Anlatıyor ve Neden Vakit Kaybetmeden Okumalısınız?

Birinci Cilt: Yarınki Yüzün – Ateş ve Mızrak

Kitap, bir Shakespeare alıntısıyla başlıyor. Bu yalnızca bir epigraf değil, aynı zamanda kitabın çok kısa bir özeti:

“Your face, my thane, is as a book where men may read strange matters.”
“Yüzün, ey benim efendim, insanların garip şeyler okuyabileceği bir kitap gibi.”

Hikayemiz, birden çok dil bilen, entelektüel, kültürler arası deneyimi fazla olan ana karakterimiz Jaime Deza’nın, karısıyla ilişkilerinin bozulmasının ardından Londra’ya taşınmasıyla başlıyor. Bir dönem BBC’de, bir dönem üniversitede çalıştığını anlıyoruz. Londra’da ise daha çok çeviri işleri yapıyor.

Bir gün diğer kahramanlarımızdan Peter Wheeler’ın, Deza’nın üstün gözlemleme yeteneği sebebiyle onu İngiliz istihbaratına önermesiyle, Deza bilinmedik, gizemli, bazen korkutucu bir maceranın içine atılıyor. Buradaki görevi, insanların konuşmalarına, yüzlerine, davranışlarına ve geçmişlerine bakarak gelecekte yapabilecekleriyle ilgili raporlar hazırlamak.

Yaptığı işi kimin için, nerede ve nasıl kullanılmak üzere yaptığına dair soru işaretleri, “insanların yapabileceklerini raporlamak” eyleminin ahlaki boyutlarıyla birleşince, Deza’yı içsel bir sorgulamaya itiyor. Geride bıraktığı hayatında yerinin giderek silikleşmesinin yasıyla, yaptığı işin ağırlığı birleşiyor. Ve bu da onu yoğun bir bilinç akışı yolculuğuna çıkarıyor.

Daha ilk ciltte anlıyorsunuz ki Marías okumak kolay değil. Uzun cümleler, betimlemeler ve zaman zaman iliklerinize kadar işleyen gerçekçi gözlemler… Alıp elinize “akıp gidecek” bir deneyim sunmuyor. Aksine sizi içine çekiyor, düşündürüyor, sarsıyor. Ama sonunda diyorsunuz ki: Bu nasıl bir sezgisel zeka, nasıl bir gözlem gücü?

İkinci Cilt: Yarınki Yüzün– Dans ve Rüya

Deza artık iyiden iyiye bu işi yapmaya başlamış, ekibin bir parçası hâline gelmiştir. İşin “temiz tarafında” kalmak, yeni insanlarla tanışmak, haklarında raporlar hazırlamak ve bunun karşılığında iyi para kazanmak ilk başta motive edicidir.

Ancak bir gün, ekip arkadaşı Tupra ile gittiği bir gece kulübünde, gerçek anlamda bir şiddet eyleminin içinde bulur kendini. Artık sadece gözlemci midir? Yoksa o da şiddetin bir parçası mıdır?

Bu olay, onu yalnızca bugünün değil, babasının gençliğinde yaşadığı Franco döneminin siyasi şiddetiyle de yüzleştirir. Roman bu noktada kişisel bellek ile toplumsal hafızayı bir araya getirir.

Bazı sırların perdesi aralanır, bazıları daha da merak uyandırır. Kitap, bir Mustang’in içinde, gecenin bir yarısı Tupra ve Jaime Deza’nın yola çıkmasıyla sona erer.

Bu kitapta yazar, “sezmek” ve “bilmek” aynı şey midir; şiddeti sezmesine rağmen seyirci kalması onu suçsuz yapar mı gibi etik bir çatışmanın içine bulur kendini ve okuru da bu sorguya davet eder.

Üçüncü Cilt: Yarınki Yüzün – Zehir, Gölge ve Elveda

Jaime Deza, hikayemizin son bölümünde artık “şiddetin tanığı” değil, uygulayıcısı haline gelir. Peter Wheeler ve babasıyla yaptığı uzun diyaloglar, geçmişi bugünün koşullarıyla değerlendirmenin ne kadar anlamlı olduğunu sorgulatır. Söz konusu olan savaş ya da aşırı olağan dışı bir durum olduğunda, bu sorgular daha da karmaşık hale gelir.

Kahramanımız, şiddetin tanığı olmanın yükünü kaldıramamışken, çok yakınlarının tehlikede olduğunu sezdiğinde birden o korktuğu adam hâline geldiğini fark eder. Ve işin ilginç yanı, bundan hafif bir keyif alır. Deza’nın bu değişimi, bize de şu soruyu sordurur:

“Şiddet eğiliminde olmadığımıza nasıl emin olabiliriz? Sınanmadığımız bir günahın gerçekten masumu muyuz?”

Marías, üçlemenin bu son kitabında hikayede açık kalan tüm soruları cevaplandırır. Yaptığı işin etik olup olmadığına dair sorgulamalar bir karara bağlanır. İlk kitapta ortaya çıkan “kan lekesi” muamması bile çözülür.

Velhasıl Marías, vedasını yine görkemli bir şekilde yapar.

Javier Marías, bir büyücü gibi hem sorgulatır, hem merak ettirir, hem de ezber bozar. Ama bana bu yolculuk boyunca hep aynı soruyu sordurttu:

“Biri bu kadar doğru gözlem yapmayı nasıl başarabilir?”

Marías çok yönlü biri ve bunu okurken iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Bir tarafı dilbilimci, bir tarafı filozof, bir tarafı edebiyatçı. Ve bu haliyle neden hala Nobel Edebiyat Ödülü almadığı benim için büyük bir muamma ama siz ne yapın edin, Javier Marías’la tanışın. Pişman olmayacaksınız.