San Francisco–Los Angeles road trip’imizin bir durağı Zion Ulusal Parkı’ydı. Yürümeyi, doğayı çok severim ama böyle düzenli aralıklarla trekking’e giden, eğimli yürüyüşler, tırmanışlar yapan birisi değilim. Gelgelelim düz yolda yürüyerek dünyayı fethedebilirim. Zaten daha önce yürümenin bir yerden bir yere ulaşmaktan fazlası olduğunu bilimsel nedenleriyle şu yazımda paylaşmıştım. Rotaya Zion Ulusal Parkı eklenirken de “Tırmanırız herhalde…” soru işaretleriyle çıktığım bu yolculuk, hayatım boyunca unutamayacağım bir deneyime dönüştü.

Eğer yolunuz bir şekilde Amerika’nın Batı Yakası’na düşerse bu park kesinlikle listenizde olsun. İnanılmaz dönüştürücü, eğlenceli, bazen de zorlayıcı bir deneyim ama sonunda diyorsunuz ki: “Gördüğümüz manzaralar bu dünyadan mı?” Bolca şükrettiğim, yaşadığımı iliklerime kadar hissettiğim, sınırlarımı zorladığım bu doğa harikası parkta bir seyahat nasıl planlanır, gelin hep birlikte bakalım.

Zion Ulusal Parkı: Utah’da Bir Cennet

Park, 1919 yılında Utah eyaletinde kurulmuş ve yaklaşık 600 km²’lik bir alana yayılıyor. “Zion”, İbranice’de “sığınak” anlamına geliyormuş. Oraya ulaşınca neden böyle bir ad verildiğini hemen anlıyorsunuz. Zion, Kolob ve Slot Kanyonları’nın arasında akıp giden Virgin Nehri; hem çölü hem ormanı barındırması; çok çeşitli doğa ve hayvan çeşitliliğiyle burayı eşsiz hale getiriyor. Bir yanda kırmızı kayalar, bir yanda akıp giden bir nehir, bir yanda ormanlar… İnanılmaz bir sakinlik ve sessizlik burayı meditatif hale getiriyor. Tam da isminin hakkını verip sığınağa geldiğinizi hissediyorsunuz.

Zion Ulusal Parkı , hem harika bir doğaya hem de bu doğanın tadını çıkarmanıza olanak sağlayan harika yürüyüş rotalarına sahip. Başta “zorlayıcı” dedim ama farklı zorluk derecelerinde birçok alternatif bulmak mümkün. Bazı rotalarda çocukları, hatta bebekleri bile gördük. Parkın içinde konaklayabileceğiniz doğayla bütünleşmiş bir tesis, farklı yürüyüş rotalarına ulaşmanızı sağlayan bir servis, Amerika’daki her ulusal parkta görebileceğiniz bir ziyaretçi bilgilendirme ofisi ve mağazası var. Ayrıca parkın dışında da birçok market, kafe ve konaklama alternatifi mevcut.

Zion Ulusal Parkı’nda Nerede Kalınır ?

Bana kalırsa bu sorunun tek cevabı var: Parkın içinde yer alan Zion Lodge. Doğayla tamamen bütünleşmiş ahşap evlerde kalmak, bu deneyimi tam anlamıyla yaşamanızı sağlıyor. Ancak tek sebep bu değil. Yürüyüş ve tırmanışlarınızı planlarken vakit kaybetmemeniz ve dönüşte odanıza gelip hemen dinlenebilmeniz büyük bir lüks. Geceleri şarabınız eşliğinde bu sessizliğin, hiçliğin ve yıldızlarla dolu gökyüzünün tadını çıkarabilmek, insana yaşadığına şükrettiren anlar yaşatıyor.

Burada kaldığımız yerin linkini bırakıyorum. Gideceğiniz tarihin oldukça öncesinden rezervasyon yaptırmanızı öneriyorum. Çünkü parkın içerisindeki tek konaklama alternatifi olduğundan çabuk doluyor. Ve yer bulmak zorlaşabiliyor.

Yemek işini de buradaki restoranda halledebilirsiniz. Hayatımda yediğim en güzel etlerden birini burada yemiş olabilirim. Ama servis aşırı yavaş. Açlıktan ölmemek için acıkmadan gitmek lazım küçük bir dipnot.

Biz Hangi Rotaları Yürüdük ?

1. Angel’s Landing

Ah Angel’s Landing… Bu tırmanışı yaptıktan sonra asla aynı kişi değilim. Öyle bir tırmanış ki, eğer rotanın başında çıkacağımız yeri görseydim kesinlikle tırmanışa başlamazdım. Bakın, “Cahillik mutluluktur.” lafı boşuna söylenmemiş. İyi ki bakıp araştırmamışım; hayatımda “İyi ki denemişim” dediğim şeyler arasına girdi. Tırmanışın sonunda öyle bir dopamin ve endorfin salgıladım ki “Yes, I did it!” hissi her şeye değdi.

Rotanın gidiş-dönüş mesafesi yaklaşık 9 km. “Bu mesafede ne var ki?” diyebilirsiniz ama asıl soru şu: Ortalama 150 katlı apartman yüksekliğindeki bir dağa tırmanışa hazır mısınız? Molalar gerektiren, ekip arkadaşlarınızla birbirinizi motive etmenizin şart olduğu zorlu bir parkur. Bizimkiler olmasaydı ben bu rotayı muhtemelen tamamlayamazdım. Sürekli “Daha çok var mı?” diye sorduğunuz, beyaz tenliyseniz domatese döneceğiniz bir rota. En sonunda zincirlerle tırmanılan bir bölüm daha var. Oraya çıkmak için ayrı izin almanız ve çekilişe katılmanız gerekiyor. Çıkmazsa üzülmeyin; bizim gibi gün batımına denk getirirseniz, orada kimsenin izin kontrolü yapmadığını göreceksiniz.

Ve sonunda ulaştığınız manzara… O kadar “anda” olduğum çok az deneyim yaşamışımdır. Gördüğüm şeyi tasvir etmekte de zorlanıyorum. Öylesine büyüleyici…

Velhasıl, herhangi bir sağlık probleminiz yoksa bu rotayı bir kez yapmış olmak insanı dönüştüren bir deneyim.

2.Canyon Overlook Trail

Çok net söylüyorum: Bu yürüyüş rotasını tamamlamadan parkı terk etmeyin. Gün sonunda “En sevdiğiniz rota hangisiydi?” diye soruyordum; iki bariz kazanan vardı: Biri Angel’s Landing, diğeri Canyon Overlook Trail. Gidiş-dönüş toplam 1,6 km. Çok uzun sürmüyor, yormuyor ama yol boyu ve sonunda mükemmel bir manzara sunuyor. Hele bir de gün batımına denk getirebilirseniz, bana teşekkür edersiniz.

3.Riverside Walk

Yine oldukça kolay bir rota. Fark ettiyseniz, Angel’s Landing’den sonra her rotaya “kolay” diyorum. Gerçekten de ilk gün o rotayı yürüdükten sonra geri kalanlar bir hayli kolay geldi. Gidiş-dönüş toplam 3,2 km. Virgin Nehri’nin kenarından yürüyorsunuz. Fotoğraf ve atıştırmalık molaları verebileceğiniz alanlar var. Yazın ferahlamak için ideal. Bu rotanın sonunda “The Narrows” başlıyor. Nehrin içinden yapılan bir yürüyüş. Eğer Super Mario gibi giyinmiş insanlar görürseniz, bilin ki Narrows’a devam edecekler. Rota başında bu kıyafetleri kiralayabiliyorsunuz.

4.Emerald’s Pool

Burası parkın ikonik rotalarından biri. Zorluk seviyesi: kolay. Bebekleriyle bile çıkanları görmek mümkün. Tüm rotayı tamamlarsanız ortalama 4,5 km. En üst gölete kadar çıkarsanız yaklaşık 120 metre yüksekliğe ulaşıyorsunuz. Biz, Angel’s Landing’le aynı gün yaptığımız için en üste çıkmamıştık. Karar sizin.

5. Pa’rus Trail

Bu roa için ilk anda “Aman, burası mı?” demiştik. Ama şimdi fotoğraflara bakınca fark ediyorum; herhangi bir tırmanma olmadan da mükemmel bir manzara sunmuş. Diğer rotalardan sonra insanın beğeni eşiği yükseliyor. Bir de yürürken yol kenarında inşaat vardı. Belki de bu etkili olmuştur. Ancak her şeye rağmen şimdi tekrar gidecek olsam, bu rotayı yine listeme alırdım.

Diğer Batı Amerika road tripi yazılarına ulaşmak için Los Angeles’ın Kitaplarla Dolu Sürreal Dünyası: The Last Bookstore, Kaliforniya Kıyı Rotası: Dört Şirin Kasaba Önerisi